Vera. Benim küçük İtalyanım ....
Veronic’e…
Vera. Benim küçük İtalyan orospum. Doğru düzgün konuşamazdı Fransızcayı ama ”benim küçük orospum” derken ne demek istediğimi iliğinde kemiğinde hissederdi.Hissettirirdim.
Fransız kadınları seksi oldukları kadar bunaltıcılar. Annemin zorla süt içirip çantamla kapıya kadar uğurladığı sabahlara benzeyen bir sıkıntı üzerimde. Bilenler bilirler Sorbonne’un doğu kapısından girildiğinde, Hayalet Yolu denen yerde gökyüzüyle konuşurken gördüm onu ilk kez.Elinde kendi kütlesinden büyük bir kağıt demeti kendi kendine konuşup duruyordu.
O gün hiç yapmayacağımı düşündüğüm şeyleri sırasıyla yapacağım bir günmüş ki yanına gidip “napıyosun” diyecek cesareti bulabildim kendimde. 2 saat sonra sınavı varmış, bu dersi altıncı kez alıyormuş vesaire vesaire. Pek ilgilenmedim. Fransızcası berbattı, dayanılır gibi değildi. “Gökyüzüyle konuşuyorum, bunu hep yaparım ve içimi neşeyle doldurur ”demediği için sevindim biraz. İlginç olmaya çalışan kadınları sevmiyorum. Erkeklerden cinsel anlamda zaten hoşlanmam. Ayaküstü biraz daha gevezelik edip ayrıldım yanından. Havadan sudan konuştuk işte,yeni tanışmış insanlar ne anlatabilecekse birbirine. Güzeldi sohbeti. İnsanları bilhassa kadınları sömürmeyi seviyorum. Onunla konuştuğum süre boyu yüzündeki her çizgiyi sömürdüm. Karakter analizine girecekken tam telefonum çaldı. Bir haftadır aramalarına yanıt vermediğimden artık açmak zorunda hissettim. Açtım ve olabilecek en kibar biçimde terk ettim onu.
Bir ayrılık yaşamanın ve negatif hiçbir şey hissetmenin rahatlığı önüme çıkan her kadınla flört ettim o sabah. Aklım Vera’daydı biraz. “Bir daha görmem onu, çok zor zor.” diye düşünürken mesai arkadaşım gözlüklü ibneyle içeri girdiler. Akşam dansa gideceklerini duydum. Eğer yakışıklı bir adamsanız bir ibneye kendinizi dansa davet ettirmeniz işten değil. Ama karşımdaki son derece seçici bir Fransız ibnesi olduğundan Vera’yla ilgilendiğimi açıkça söylemek zorunda kaldım.
-Sana güveniyorum. Yine de sormalıyım. Aptalca bir şey yapmazsın değil mi? Vera en az ibneler kadar hassastır.
İçimden cevap vermek gelmedi. Kolaydı ayrıca geçiştirmek. Dişi tarafına denk gelmiş olmalıyım ki üstelemeyi çok istedi, yapamadı.
Gece boyu Vera ve başka birkaç garip insanın sıkıcı sohbetlerini dinledim. Evet, Vera’dan daha o gece biraz sıkıldım. Ama bir yanım için için onu almak istedi. Sevdiklerinden biriymiş,dünyanın en ağır perdeden şarkılarından biri, dansa kalktık. Sözlerine kulak verdim hiçte iki insanın sarılıp, ayaklarını iki yana atmak suretiyle kendinden geçebileceği bir şarkı değildi. Hoşlanıyormuş gibi yaptım. Kokusunun,bedeninin kıvrımlarının tadını çıkardım. Güzeldi. Benim olacaktı. Biliyordum. Ellerini omzuma koyma şeklinden belliydi. Bunu düşünmenin keyfiyle benimki ona iyice yaklaştı. “Şimdi tokadı patlatıp gider” diye düşünürken İtalyanca bir şeyler söyledi gülümseyerek.
Sen de kalsın benim pek ilgili çekmiyor diyormuş daha sonra Fransızcasını da söyledi. Gülümseyip ilgisini neyin çektiğini sordum. Senin ilgini çekmeyen şeyler dedi benden daha çok gülüp. “oynamak istiyorsa oynarım” dedim kendime. Gizemli kadınları süründürmeyi seviyorum. Gizem yapmıyormuş gerçi. Bunu çok sonra fark ettim.
Dokuz kişi bir arabaya doluşmuş şehrin bir ucundan bir ucuna gitmeye çalışırken kucağıma oturtuverdiler onu hafif diye. Kırmızı ışıkta durmak için her fren yapışımızda memelerini daha sert sıktım. Her seferinde daha yaklaştım uçlarına. O avuç dolusu güzelliklere sanki bana aitlermişçesine istediğimi yaptım kimseye fark ettirmeden. Sonunda bir inilti çıkıverdi ağzından. Müziğe rağmen herkes dönüp ona baktı. “Bacaklarım uyuştu “dedi. “Tabii tabii” deyip içimden iyice sıktım sol memesini. Yaptığım şeye ne kadar şaşırdıysam ben o da o kadar zevk aldı. Soluk alıp verişleri değişti. Arabadan inerken kolunu sıkıca kavrayıp kulağına “benimle geleceksin” dedim en kararlı sesimle. İçerdekilere dönüp “buradan gerisini yürüyeyim ben de. Açılırım.”dedi.
Eve çıkmayı beklemeden asansörde yumuluverdim küçük ağzına. O an’a kadar bir kadını nasıl öpmek varsa hayalimde öyle öptüm onu. Kalçalarını sıkabileceğimden daha sert sıktım. 9. kata gelmeseydim oracıkta becerebilirdim onu. Çokta zevk alırdım. Bunu istemiyordu çünkü. Ama istesem yapardı. İşte bunu bilmek beni dünyanın en mutlu erkeği yaptı kısa bir süreliğine. Orada hem aşık oldum ona hem de için için nefret ettim.
Titreyen ellerimle anahtarı deliğe oturtmaya çalışırken “ne yapıyorsun” diye sordum kendime birkaç kez. Yanıtım “daha önce yapmadığın şeyleri” oldu hep. “Ve bana inanılmaz zevk veren şeyleri.” Diye ekledim fikrimin üzerine. Her dakika başka bir adama dönüştüğümü, kendimi hiç hissetmediğim kadar güçlü hissettiğimi, kapıyı açmamı bekleyen bu küçük İtalyan kızına yapabileceklerimi düşünüp sarhoş oldum.
İçeri girdiğimizde yaptığım ilk şey eteğini beline kadar sıyırıp açık pencereden sanki hiç bir şey yokmuş gibi dışarıyı izlemesini istemek oldu. O çok utandı. Kıçının her noktasından zevk aldım ben izlerken. Öylece sokağa bakarken o kıçına ilk şaplağı attım. Şaşırdı, geri çekilecek gibi oldu, daha sert bir tane indirdim. “Sakın kıpırdama” dedim kendimi sıkarak. Nasıl hissettiğimi anlatacak kelime bulamıyorum. O dakika gitmek isteseydi durdurmaya kalkışmazdım. Ama ağzımdan çıkan “sakın kıpırdama” bir şeyleri değiştirdi onda. Uysal köpekler gibi bırakıverdi kendini. Her seferinde daha sert vuruşum, inlemesinin tonunun her seferinde değişişi… Ve tüm bunlar olurken sokağı izliyor oluşu… Yorulup ara verdiğimde far ettim renginin mora çaldığını. Bir iki parça buzla tedavi ettik onu orda. İkimizde çok eğlendik. Ağlamıştı. Kafam karıştı biraz. Sarılıp uyuduk o gece. Sabah kalktığımda ne yaptığımı sordum kendime yine. Hafif bir pişmanlık kapladı içimi ama “günaydın” der demez o hepsi geçiverdi. Vera’yı istiyordum ve bağırta çağırta alacaktım. Hem çok emindim kendimden hem de korkuyordum. Vera’dan…
Kapıdan çıkarken dün gece kıçını morartan adam ben değilmişim gibi baktı. Ben ona nasıl bakacağımı bilemedim. Bakmadım da. “Akşam gelir misin?” dedim. “Geleyim mi?” dedi. “Gelme!” Keyifli…
Kapıyı kapatır kapatmaz gözlüklü ibneyi arayıp Veranın numarasını aldım. Bir iki saat geçtikten sonra aradım, geç açtı telefonu. Gelmesini söyledim. Kendime şaşırmaya da devam ettim bunu yaparken. Telefonu bir daha geç açmamasını ekleyip cevap vermesini beklemeden kapattım suratına.
Dediğim saati beş dakika geçirmeden zile bastı. Vera. Ah küçük İtalyan. Ah küçük aptal.
Havadan sudan konuştuk saatlerce. Geçen her dakika kontrolümü kazanmama yardım etti. Her saniye dün gece beni çok şaşırtan ama iyi hissettiren yanıma yaklaştım. Sözler ağzımdan çıkmadan kalkıp yatak odasına geçti. Ben de ona ve kendime neler yapabileceğimi düşünüp dolanıp durdum. Aklıma hiçbir şey gelmedi. Suç işlemiş çocuklar gibiydim yanına gittiğimde. Çıplaktı. Beni bekliyordu.
- Vera. Sanırım yapamayacağım. Ayrıca bu ben olamam.
- Yapmayı çok istediğine göre bir parçan burada olmalı. Eğer yardım etmemi istersen bir şeyler yapabilirim.
Umutsuzca kafamı salladım evet der gibi. İtalyanca bir şeyler söyleyip gülmeye başladı. Tek kelime İtalyanca anlamam ama benimle dalga geçtiğini anlayabiliyordum. Ben kızardıkça kahkahalarının perdesi yükseldi. O güldükçe sinirim beynime daha hızlı hareket etti. Suratı ikimizin de çok şaşırdığı yer oldu. Kendi elimi gördüm yüzünde. Tam çekecekken kendimi, elime tatlı bir öpücük kondurdu. Daha hızlı çekmek istedim, bırakmadı. Öyle çok kızmıştım ki boşta kalan elimle vurabildiğim kadar sert vurdum ona. İkimizin de nefesi kesildi. Benim şaşkınlıktan, onun acıdan. Vardığım bu yeni yerden sonra bıraktım her şeyimi. Kendime geldiğimde göğsüne uzanmış sevdiğim bir şarkıyı mırıldanıyordum. Gözleri ıslaktı ama gülümsüyordu o da. Saçlarımla oynuyordu. Tereddüt ettiğimi fark edince çekti ellerini. Devam etmesini söyledim,aynı hoyratlıkta sevdi beni.
O gün üzerinde sonsuz hakimiyetimi kurduğum gündü. Anlatılamayacak şeyler oluyor bazen. Garip! Söylediğim, sorduğum her şeye gülümseyerek yanıt verdi. Bense nereye kadar götürebileceğimi sorup durdum kendime.
Birlikte geçirdiğimiz her dakika hem insanlara anlatılamayacak kadar garip hem de herkese anlatılası güzellikteydi. Vera’ya hiç yalan söylemek zorunda kalmıyordum. Her neysem o halimle kabul ediyordu beni. İstediğim gibi biri olabiliyordum yanında. Buna izin vermesini sağlayabiliyordum.
O çok çılgın sevme seremonilerimizin birinde fısıldadım kulağına “benim küçük İtalyan orospum” diye. Gülümsedi. Ama çok gergindi de. Bir kez daha söyledim kafasını başka yöne çevirdi. “ Vera bana bak” dedim defalarca. Çok uzaklardaki bir yere bakmaya devam etti gülümseyerek. Bazen üzgün mü değil mi anlayamazdım. O an için tek istediğim şeyse bana bakmasıydı, bunu yaptıracak gücüm olmalıydı. Altımda yatan bu İtalyan kız çoğu kadının öleceğini bilse yapamayacağı şeyleri yapıyordu benimle ama “bak” dediğim halde gözlerini kaçırıyordu benden. O halde yapacağım herhangi bir şeyi kabul etmiş olmalı diye düşünüp konsolun üzerindeki iğneyi aldım hiç tereddütsüz. Kendimi dizginlemeye çalışmadan istediğim derinliğe dek batırdım kasığına. O kafasını ne kadar hızla çevirdiyse bana ben de o kadar şiddetli patlattım tokadı.
“Bana az önce bakman gerekiyordu Vera. Şimdi değil. Şu an yapabileceğin tek şey bitmesini beklemek. Çünkü yapacağım hiçbir şey hoşuna gitmeyecek.”
Madem bir küçük İtalyan orospusu olduğunu duymak istemiyordu öyleyse başka şeyler duyacaktı. Benim köpeğim olduğunu söyledim. İstersem boynuna bir tasma geçirip gezdireceğimi ve hiç itiraz etmeyeceğini söyledim. Ona istediğim yerde istediğim zaman sahip olabileceğimi söyledim. (Bunu elbette böyle söylemedim.) Yaptığımız her şeyi sadece kendimi düşünerek yaptığımı bir an bile onu düşünmediğimi söyledim. Yapacaklarımın henüz bitmediğini söyledim. Ve bitirdiğim her cümlenin noktasını elimdeki iğneyle istediğim derinliğe koydum. Aklıma gelen, yapmak istediğim, istemediğim her şeyi söyledim ve noktamı koydum. Verya’yı İtalyanca ağlattım o gece. Keyifliydi ama kafa karıştırıcıydı da. Can sıkıntım biraz olsun geçip parmaklarım iğneden kaymaya başlayınca durup kendime baktım aynada. Ne gördüğümü kimseye anlatmak zorunda değilim ama gördüğüm şeyi sevdiğimi söyleyebilirim. Aynı saat içinde Vera benim için başka bir şey haline geldi. İnsan olduğunu unuttum nerdeyse. Yani halim ve onun yeni hali güldürüyordu beni. Keyiften. Benim TVm var, PCm var der gibi benim Vera’m vardı. Ve eğer istersem “v” yi küçük yazıp cümlenin ortasına koyabilirdim. ve rahatça silebilirdim.
Güzel güzel oyunlarımızı oynayıp yataktan çıktıktan sonra da üzerindeki kontrolümü sürdürmeye devam ettim. Aylarca böyle sürdü. En sevdiği grubun cdsini parçalara ayırdım mutfağı dilediğim gibi temizlemedi diye. Ve yeni bir tane edinmesini yasakladım. 10 dakika geç geldiği için saatlerce soğuk suyun altında bıraktım. Arkadaşlarımın yanında izin almadan konuştuğu için aynı gün evi beş kez temizlettim. Deterjan ve sıcak sudan buruşmuş ellerinde sigaramı söndürdüm. Sadece canım istemediği için iki gün yemek yemesine izin vermedim. Yüzüme bakmasına izin vermedim, buna çok bozuluyordu. Bazen hiç yokmuş gibi davrandım ama gitmesine de izin vermedim. Benden izin almadan gitmeye kalkıştığı her sefer yakalayıp cüzdanını ve paralarını alıp koydum kapının önüne. Çok kolay değil burada kimliksiz yürümek. Kız arkadaşlarımı getirip onlara hizmet ettirdim. Defalarca seviştik gözlerinin önünde. Vera’ya bir insana yapılabilecek her şeyi yaptım. Fakat o bana rağmen izin verdiğim sürece bana sevgiyle sarıldı. Hiç acımadım. Kendimce sevdim en fazla. Ama acımadım.
Aylar sonra Jacqueline ansızın çıkıp geldiğinde yüzü duvara dönük tek ayaküzeri ikinci saatini dolduruyordu. Eğer kıpırdarsa çok pişman olacağını söyledim ama kendini banyoya kilitlemeyi tercih etti. Tercih hakkı olmadığını bacaklarını dimdik yatağın ucuna bağlayıp gidiş gelişlerimi saydırarak hatırlattım. Sayamadığı, kaçırdığı her git-gel biraz daha zorlanması demekti. Canım her istediğinde durup “sen benim sahibimsin, seçtiğin kadın da sahibem olur” dedirttim. Hıçkırıklar içinde, ağlaya ağlaya tekrarladı sözlerimi.
Jacqueline’nin dönüşü Vera’nın yok oluşu oldu bir yerde. Kafamda birleştirilemez biçimde ayırdığım her şet tepetaklak olmuştu. Ağzından çıkan akıllıca her kelime için bir ceza alıyordu. Çektiği her cezanın sonunda yine bana sarılıp uyumayı umuyordu. Şanslıysa jacqueline’e gitmeyeceksem belki uyuyordu da. Gidersem de benimle gelip kapının önünde sabaha kadar bekliyordu. Çünkü öyle olmasını istiyordum.
Bir gece eve dönerken onun evine çok yakın bir yerde Vera’ya karbon kopisi kadar benzeyen bir kıza rastladım. Bütün bunları Vera’ya çok benzeyen bir kıza mı yapmak isterim, bir kıza mı yapmak isterim yoksa yalnızca Vera’ya mı yapmak isterim diye düşündüm. Sonra bütün bunları neden yaptığımı sordum. Jacqueline geldi aklıma, gülümseyerek yoluma devam ettim.
Hala bekliyordu beni. Uyuyabileceğini söylemezsem asla uyumazdı. Benim için pişirdiği birbirinden leziz İtalyan yemeklerini çöpe attım önce. Elinden tutup salonun ortasına getirdim onu. Acı verecek kadar yavaş çıkardım kıyafetlerini üzerinden. Acıdan ölecek kadar ağır ağır çıkardım kıyafetlerimi. Kırbacımı elimden bırakmadan saçlarını okşadım biraz.
- Vera. Her vurduğumda daha önce söylemek isteyip de söyleyemediğin bir şeyi söylemeni istiyorum.
- Hayır.
- Vera. Bu bir emirdir.
Bir. Zeusun şimşekleri kadar sert.
- Seni seviyorum.
İki. Zeusun şimşeklerinin en serti.
- Seni seviyorum.
Üç. Aşil’i öldürebilecek tek şey.
- Seni seviyorum.
Dört. Hera’nın öfkesi kadar keskin.
- Seni seviyroum.
Beş. Öylesine. Sırf vurmak için.
- Seni seviyorum.
9,30,45,90,100… Tüm tanrılar bir araya gelseler ancak bu kadar yakabilirler canını.
- Seni çok seviyorum.
Beklide ilk defa –son kesin olan- bu kadar aşkla ve gerçekten sadece öpmeyi isteyerek öptüm onu. Hiç ağlamadığı kadar İtalyanca ağladı. İlk defa onu sakinleştirmeye çalıştım ama yapamadım. Neredeyse imkansızdı.
- Vera. Çok mu seviyorsun beni?
- Çok.
- Neden Vera?
Bilmiyordu büyük olasılıkla. Üstelemedim. Ne desem ne söylesem lafı uzatmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktı. Giyinmesine yardım ettim. Evinin kapısında bıraktığımda onu hala ağlıyordu. Dönüp son kez alnından öptüm. Ağlayacak gibi oldum ama o kadar.
- Vera. Bana Fransızca bir şeyler söyle. İtalyancam kötüdür biliyorsun, dedim.
- Beni terk etme, dedi en güzel Fransız aksanıyla. Arkamı dönüp gittim. Bir daha da görmedim onu.
Tam 2.5 hafta sonra Jacquelin’le düğün alışverişi için dolanırken gözlüklü ibneyle karşılaştım, cenazeden geliyordu. Gülüp sohbet ettik biraz. Sonra hava durumundan bahseder gibi bahsetti Vera’dan.
- Zavallı Vera. Çok tatlı kızdı gerçekten. Değerliydi benim için. Çok anımız var güzel.
Vera. Benim için. Değerliydi.
- vera öldü mü?
- I hım . 2 gün önce. Ölü bulundu yatağında.
- İntihar?
- Yok! İntihar etseydi çok kızardım ona. Rüyalarımda bile konuşmazdım. Öylemesine ölüverdi işte.
Ne konuştuk sonra eve nasıl gittim pek hatırlamıyorum. Tek şey kalmış kafamda o günlere dahil.
-En azından dedim Jacquline’nin elinden tutarken, benim küçük İtalyan orospum şimdi meleklere arya söylüyordur. İlk kez ağladım onun için ve bir daha hiç özlemedim.
kim yazdıysa ve ya çevirmişse çok güzeldi.
gerçek mi hayal mi bilmiyorum ama okurken yaşadım da diyebilirim.
teşekkürler
<img class="go2wpf-bbcode" src="http://img220.imageshack.us/img220/4295/glittermaker10022007182fk3.gif">
Anka kuşuyum ben
Acı küllerimdir
Küllerimden yeniden doğmasını bilirim
Anka kuşuyum ben
Yazıda geçen bazı küfürleri yazana ve çevirene saygımdan dolayı değiştirmedim, umarım kusura bakmazsınız.
yazıda bir tane bile küfre rastlamadım SMaster içiniz rahat olsun ("bence")
harika bir teslimiyet içeren bir hikaye... buraya taşıdığınız için de teşekkürler.
"Canım her istediğinde durup “sen benim sahibimsin, seçtiğin kadın da sahibem olur” dedirttim. Hıçkırıklar içinde, ağlaya ağlaya tekrarladı sözlerimi."
ahh bu ise yorumsuz hakikaten.. "Efendi'nin götürdüğü yere kadar gidilir"'in bir örneği.
kendini hiçliğe koymak, kendinden vazgeçmek...
eylemin kendisinden zevk alınmasa da Efendinin istediği her şeyi yapabilmek, yapmak istemek, yaptırılmak...
çok şeyin yansıtıldığı güzel bir hikaye olmuş.


Varlığından dün haberdar olduğum bu hikayeyi biraz işlerimin yoğunluğundan ama daha çok harika bir hikaye olduğunu hissttiğimden ve adam gibi okumam gerektiğinden bu sabaha bırakmıştım özellikle. İyi ki öyle yapmışım. Sindire sindire okudum.
............'a da teşekkürlerimi iletirsen sevinirim master_izmr.
Şu "edepsiz" yazarımız aslıdan benim öz be öz küçük kölemin ta kendisiymiş. Edebi yönünün iyi olduğunu biliyordum da, eskizlerini görmeseydim açıkçası inanmazdım onun yazdığına, bir de "yalan söylüyorsun utanmadan" deyip "gerekeni" yapardım.
Açıkçası hayret içindeydim kendi yazdığını itiraf etmeden önce, çünkü hikaye yaşadıklarımızla adeta bire bir örtüşüyordu. Bu kadar örtüşen bir hikayeyi nereden bulmuş olabilirdi ki... Sanırım kölemin yeteneğini görememişim şu zamana kadar, bir de benim ağzımdan yazmış, ne gözlem yeteneği varmış küçüğümde...

- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 1 Çevrimiçi
- 9,000 Üyeler