Bir Sadistin Güncesi
Geçen sene yaşadığım bi ilişki oldu, şu aralar yazma isteği doğuran. Bunu blog'da mı yazsam foruma mı yazsam diye düşünürken bir moderatör arkadaşla hem foruma hem bloga yazmanın daha iyi olacağına karar kıldık. Hikayede geçen olayların tamamı gerçek ve yaşanmış olmakla birlikte okuyucuya keyif vermesi açısından bazı hislere ve olaylara yönelik yorumlamalar sonradan eklenmiştir. Şimdilik bir başlangıç yaptım, her zaman olduğu gibi önüme bir hedef koymuyorum, yazma isteğim devam ettikçe sonuna kadar yazarım ya da bir anda bırakırım. İyi seyirler:
İlkbahar Yaklaşırken
Anlatacağım hikaye günü geçmiş bir hikayedir. Böyle hikayelerin -en iyi- henüz sıcakken servis edilmesi gerekse de o zamanlar bunu kimseye anlatmak istemedim ve şu günlerden yeniden peydah olan bazı hisler üzerine anlatma isteğim oluştu. Mevzuya tarih atarak başlamalı; Şubat 2013. Kendisi ile tanışmam bu tarihin de bir kaç ay evveline dayanır. O zamanlar kim olduğuna dair fazla bir malumatım yoktu. İşin sonunda kim olduğuma dair ne kadar malumatım olduğunu da büyük bir nebzede anlamış olacaktım. Henüz adını Efsun koymamıştım, o günden sonra hiç kullanmayacağım başka bir adı vardı. İnternet üzerinden tanışıp sohbet ettiğim insanlar arasından, sıradan olmayan biriydi. Sinema, müzik, tarih ve tefekkür üzerine derin sohbetler ediyor olmamız onu sıradanlık sınıfından sıyırmıştı. Bir gün böyle rutin sohbetlerden birini gerçekleştirirken konu Blue Velvet adlı filme geldi. Dorothy adlı karakterin bazı submissive ve mazohist yönlerinin hoşuna gittiğini bu terimleri kullanmadan, satırarası değindi. Sohbetlerimiz hiç bu doğrultuda gitmemişti ama bunu sormam gerektiğine dair bir his doğdu içimde: Onun yerinde olmak ister miydin? Cevabı kısaydı: İsterdim. Sohbetimizin doğrultusu bu yöne kaydı. Ona dominant yönümden ziyade sadist yönümün baskın olduğunu, hatta dominantlığı genelde "gerektiği" için kullandığımı anlattım. Hem submissive hem mazohist yönü vardı. Aşağılanmaktan hoşlanıp hoşlanmadığından emin değildi. Yapmayı sevdiğim bir şey değildi zaten bu. Uzunca konuştuk, birbirimizin daha önce bilmediğimiz yönlerine dair ipuçları oldu elimizde. Bu ipuçları karşılıklı sorularla bilgiye dönüştü. Bilgiler ise tecrübeye dönüşme isteğiyle içimizi doldurdu. Karar verdik, görmeliydik, görüşmeliydik ve -eğer olabilecekse- tecrübe etmeliydik.
Telefon numarası alışverişi yaptık, buluşma mekanı ve saatini belirledik. Şubat ayının soğuk bir cumartesi günü, saat 15:00, *** adlı kafede. Birbirimizi henüz görmemiştik, ne kadar akli unsurlarını beğeniyor olsam da sanatsever biri olarak estetik benim için önemli bir şeydi. Estetikten kastım kalemle çizilmiş kusursuz bedenler değil elbet, sadece ahengi ile beni etkilemesi. Adetimdir, buluşma yerine geç gitmem geç gideni de sevmem. Saat 14:50 itibari ile mekana varmıştım fakat kendisini tam saatinde aramam icab ederdi. Kafede oturan yalnız kadınlara bakıp "acaba o mu?" gibisinden düşünerek kendimi absürd bir durumun içine sokmaktansa azıcık ileride bir sigara içerek zaman geçirmeyi tercih ettim. Saat 15:00. Kafenin önündeyim. Telefonu son arananlar arasında idi, numarayı çevirdim, ahizeyi kulağıma yaklaştırdım ve bir kaç saniye sonra ahizeyi kulağına yaklaştıracak birini aradı gözlerim. Fazla uzağa bakmış olacakmış ki gözlerim, hemen önümdeki koltukta arkası dönük oturuyormuş bana, dikkatimden kaçmıştı. Acemiiiii. "Alo" dedi. "Arkandayım" dedim. Sesimi telefondan mı arkasından mı duydu bilmiyorum, şaşırmış bir şekilde arkasına döndü ve tebessüm ederek "merhaba" dedi. Selamlaştık, oturduk ve sohbete başladık. Sırtına uzanan siyah ve dümdüz saçları vardı, alnını bir kahkül kapatıyordu. Boyu omzumu geçmekle birlikte o an giydiği topuklu ayakkabıyı farketmemiştim, çıkartınca tam omuz hizamda olacaktı. Elmacık kemikleri belirgin olan yüzü, ince yapısı ile ahenk içindeydi. Siyah bluzunun göğüs dekoltesine doğru beyazlaşan teni ile büyüleyiciydi. Her şey yolundaydı. Büyü. Efsun.
Alacaklı gibi hemen konuya girmek müsanip gelmeyeceğinden çaylarımızı içerken bir süre havadan sudan konuştuk. Küçük bir sessizlik anı geldiğinde meseleye girmem gerektiğini anladım: Bunu yapmayı istiyor musun? Kabul etmek gerekir ki makamını dolduran bir soru değildi. Daha önce tam anlamıyla böyle bir ilişki yaşamadıysa da ilişkilerinde benzer şeyler yaşadığını söyledi. Ona ilk evrede yapacaklarımızdan kısaca bahsettim. "Peki ya yürümezse?" diye sordu. "Yürümezse yürümediği yerde bırakırız, o kadarcık medeniyetten nasibimizi aldık herhalde" dedim. Bu kararsız tavrı pek de hoşuma gitmemişti açıkçası. Tebessüm etti, "şimdi ne yapacağız peki?" dedi. Cebimden çıkardığım kağıdı ortasından bir çizgi ile ikiye ayırarak kalemle birlikte önüne bıraktım (hazırlıklı gelmiştim). "Sol tarafa yapmaktan hoşlanmadığın ya da hoşlanmayacağın şeyleri, sağ tarafa ise iki cihan bir araya gelse yapmam dediğin şeyleri yaz" dedim. "Her şeyi çok iyi düşün, aklına gelebilecek cinsel olsun olmasın ne varsa yaz. Bu liste ölüm akdi değil ama çocuk oyuncağı da değil, bir gün değişmesi gerekirse sancılı olur" diye ekledim. "Hemen mi?" dedi. "Hayır dedim, bu mühim bir konu. Bütün gün evde bunu düşüneceksin ve yarın yine bu saatte burada bu listeyi bana vereceksin" dedim. "Peki" dedi. "Şimdi başladık mı?". "Hayır" dedim. "Henüz sınırlarını bilmiyorum, benim bunlara vereceğim reaksiyonları bilmiyorsun". Başını sallayarak olumladı. Bunun üzerine aramızdaki belirsizlik durumu ortadan kalkana kadar sohbet daha fazla uzamamalıydı, ayrıldık ve evlerimize döndük. Henüz başlamamıştık ama onu kölem olarak görme isteğim, onunla yapacaklarım ile ilgili hayaller kurmama vesile oluyordu. Hayallerin akla yatkın olanları ve akıldan çok fazla uzak olmayanları planlara dönüşecekti. Planlar uygulamaya. Uygulama hazza. Görünüşünü çok beğenmiştim. Bu önemliydi. Hayatım boyunca ihtişamlı olan her şeye karşı zarar verme isteği barındırmıştım. Zarar verdiğin şey ne kadar güzelse aldığın haz o kadar fazladır. Onu kölem olarak görmek istiyordum ama mesele istemek değildi, eğer vereceği kağıtta yazanlar üzerinde mutabık olmazsak, istemeyerek de olsa kendisini kabul etmeyecektim.
Korktuğum başıma gelmedi. Ertesi gün. Aynı yer. Aynı saat. Benden önce gelmişti, oturdum karşısına. Doldurması için verdiğim kağıdı çantasından çıkartarak bana uzattı. Arada kalemimi de çarpmıştı ama bunu unutmayacaktım, bir gün bu yüzden çok canı yanacaktı. Açtım kağıdı, sol tarafı boştu, sağ tarafında "başka köleler, grup seks, golden shower, scatting" yazıyordu. Aklına bu kadarı gelmişti herhalde. Oraya yazmayı uygun görmemiş olacak ki sonradan ekleme ihtiyacı duydu "dayanabileceğimden fazla canımı yakmayacakın değil mi?" Ah o masum halleri yok mu... "Tabi ki yakmayacağım, zorba değilim". Tabi ki yakmayacaktım, zorba değildim? Kendisine bir safe word bulmasını söylediğimde önce safe word'ün ne olduğunu anlatmanın daha mantıklı olacağını farkettim. Anlattım. Kelimesini seçti: Kelebek. "Bu kelime benim sınırım, senin acil durum zilin. Bunu kullandığında o an ne oluyorsa duracak. Lüzumsuz yere kullanırsan neden sınırım çiğnendi diye sorma sonra" dedim. Sınırlara gelince... Geçmişten günümüze yeryüzünde hiç bir sınır sabit kalmamıştır. Burada da kalmayacak mıydı acaba? İki kişinin kendini ve birbirlerini baştan aşağı keşfedeceği o ilişki artık başlamıştı...
http://birsadistinguncesi.blogspot.com.tr/
Özgürlük, içinde serbest kalmayı bekliyor
BoldMeister, harika bir paylaşım !!!! Çok teşekkürler.
Hem bir yaşanmışlığı paylaşıyorsun bizlerle hem de çaktırmadan bir BDSM 101 el kitapçığı olmuş. Otadan çizgi ile ayrılmış kağıt, zorbalığın olamayacağının beyanı, safe word vb.
Arkandayım ise harika bir bulma sözü olmuş
Devamını mutlaka getirmelsin bence.
+++ +++ +++
Gerçekten harika bir anlatım. Fazlasıyla merakımı cezbetti yaşadıklarınız. Umarım yazma şevkiniz artarak devam eder bizler de faydalanırız. Merakla bekleyeceğim etkili bir başlık. Bizimle paylaştığınız için teşekkürler.
sevgiler,
Bia!
A mediocre Dominant tells, a good Dominant teaches, an excellent Dominant explains, but a True Dominant inspires!
İlk çiğ tanesi
Yanından ayrıldığım zaman mutluydum. Ayrılmadan önce ne zaman onu çağıracağımı sorduğunda "yakında" dedim. Tebessüm etti. Önümde uzun ve ciddi bir düşünme süreci vardı ama en azından bu konuda iyiydim. Hikayenin en zor kısmı giriş ve sonuç kısmıydı, tren bir kere rayına oturduğunda gelişme kısmı nasıl olsa ilerliyordu. Girişi oturaklı yapmak icab ederdi. İki gün sonra çağırmaya karar verdim, ilk günün nasıl geçeceğini planlamak ve buna dönük hazırlıklar yapmak için iki gün kafi bir süreydi. S/M (Sadizm/Mazohizm) ağırlıklı ilişkide olayın fiziksel boyutu ön planda olduğu için her hamleyi tartarak yapmak gerekirdi, çok hafif geçerse gereken verim alınmayabilirdi, ağır geçerse de karşındaki korkabilir, daha da kötüsü sana olan güvenini kaybedebilirdi. Vereceği olası tepkileri tahmin ederek en ince ayrıntısına kadar ilk günü kafamda tasarladım, hatta tahmin edemeyeceğim bir tepki verirse ve o an bu tepkiye verecek bir cevap bulamazsam ne yapacağımı da düşündüm. Artık hazırdım.
Öğlen saatlerinde aradım ve saat 18:00'de metronun önünde olmasını söyledim. O saatte orada olmazsa geri döneceğimi de eklemek aklıma geldi ama bunun boş bir tehdit olacağını düşünüp vazgeçtim. Olması gereken saatte olması gereken yerdeydi. Beni cezbetme isteği kabarmış olsa gerek, bu soğukta dizüstü etek altına siyah mus çorabını giyip de gelmişti. Kadınlar... Cezbetmişti, evet. "Evim bulması kolay bir yerde ve sadece bir kereliğine seni karşılayıp evime götüreceğim. Yolu aklında tut, bundan sonra kendin geleceksin ve eğer bulamazsan evimi gelememiş olursun" dedim. Anayolu geçene kadar bir kaç dakika konuşmadık, sessizliğin üzerinde bırakacağı tedirginliği gözlemlemek ve ben konuşmadan konuşacak mı görmek istedim. Tedirgindi evet ama bir şey söylemedi. Nerde aylarca derin muhabbetlere girdiğim insan, nerde yanımda yürüyen kedi. Bambaşka biri gibiydi. Anayolu geçince cebimden evin anahtarını çıkartarak ona verdim. "Önümden yürü, tam arkanda olacağım. Hangi yöne gitmeni söyleyeceksem oraya gideceksin" dedim. Uysal bir ses tonuyla "Peki efendim" dedi. Nasıl hitap etmesi gerektiğini bildiğine göre o sürede öğrenecek bir şeyler karıştırmıştı demek, aferin. Yol boyunca nereye gitmesi gerektiğini söylediğim anlar dışında yürüyüşünü izledim. Küçük ve yavaş adımlarla kaderine boyun eğmiş kuzu gibi yürüyordu, bu görüntüden daha önce ağzım yanmıştı, aldanmadım. Apartmanın önüne geldik. Küçük anahtarla dış kapıyı açmasını söyledim. Apartmana girdik ve çıkmaya başladık. Kata geldiğimizde "burası" dedim, "şimdi büyük anahtarla kapıyı aç". Kapıyı açtı, bana baktı. "İçeri gir" dedim, girdi. Montunu çıkardı. Montunu çıkarma izni de ekleyebilirdim ama o kadar dominant olmama gerek yoktu, değildim de. "Salona doğru devam et". Salona doğru devam etti. Kanepeye oturdum. Bir kaç adım ötemde durmuş, ne yapacağını bilemeden boş gözlerle duvara bakıyordu. "Önüme gel". Geldi. "Bir adım geri git. Dizlerinin üzerine çök". Çöktü. Artık gözlerimin içine bakıyordu. "Sana bundan sonra Efsun diyeceğim" dedim. "Bu ad sadece ilişkimiz içinde kullanılacak". Bunu duymak onu mutlu etmişti. Onu kölem olarak kabul ettiğim zaman kafede yapmam gereken konuşmayı o an yapmayı unutmuştum (insanlık hali) ama daha da geciktirilemezdi: "Beni iyi dinle Efsun, bu konuşmayı sadece bir kere yapacağım. Daha önce böyle bir tecrüben olmadı, bilmediğin bir yolda ilerlemeye başladın, sahip olduğun ama farketmediğin noktalarını keşfedeceksin ve bunun sana nasıl yansıyacağı önceden tahmin edilemez. Şu an bunu istiyorsun ama umduğunu bulamazsan ya da yaşayacakların sana kendini kötü hissettirirse daha önce konuştuğumuz gibi istediğin zaman gidebilirsin. Öncelikle bunu benimle konuşmanı isterim ama tek kelime dahi etmeden "yapamayacağım" deyip gitme hakkına sahipsin. Yaşayacağımız ilişkinin sağlıklı yürümesi için gereken en temel şey karşılıklı güvendir. Sen bana güveneceksin, ben de sana güveneceğim. Bunu yapmak söylemek kadar kolay değil elbette, zaman içinde aramızda gelişecek bu güven. Bana ne kadar güvenirsen sana yapacaklarım esnasında o kadar az tedirgin olursun, ne kadar az tedirgin olursan o kadar çok haz alırsın. Ve korkma, sana işkence etmeyeceğim." Noktasına kadar uzun uzun düşünülerek planlanan, defalarca üzerinden geçilen bir konuşmaydı bu ve en ön sırada oturan çalışkan öğrenci edasıyla gözlerini dört açarak dinlemişti beni.
-Anladın mı?
-Anladım efendim, konuşmanız rahatlatıcıydı.
Hala tedirginlik vardı üzerinde. Bu normaldi. Ben de heyecanlıydım ama kontrol edilmesi kolay olan bir düzeyde. "Güzel" dedim. "Kalk ayağa". Kalktı. "Bir adım daha geri git. Gözlerini gözlerimden ayırmadan ve tek kelime etmeden üzerinde ne varsa çıkar şimdi". Bunu beklemiyordu. Sonunda bunun zaten olacağını biliyordu ama bu şekilde olacağını beklemediği, o anlık duraksaması ve göz bebeklerinin büyümesinden belliydi. Çok heyecanlanmıştı. (Bu noktada bir parantez açmak gerekirse, normalde ampül ışığı altında, sessiz ve kokusuz bir ortamda çalışmazdım ben. Bir kaç mum ışığı, klasik müzik ve yanan bir tütsü kokusu ile ortamımı renklendirirdim. Ama ilk günden her şeyi verirsen sonra vereceğin bir şey kalmazdı. Yavaş yavaş olmalıydı. Devam.) Dediğimi bir an önce yapması gerektiğini düşündüğünden olmalı, hızla bluzunu üzerinden çıkarmaya çalıştı. "Soyunma odasında çıkarır gibi değil, efendini memnun etmek için çıkar" dedim. Utandı. Utancı dudaklarına tebessüm olarak yansıdı. Hareketleri yavaşladı. Bluzunu çıkarıp koltuğun üzerine koydu, sonra eteğini ve sonra siyah mus çoraplarını. Çoraplarını çıkardıkça çorabın siyahlığı yerini teninin beyazlığına bırakıyordu. Siyah ve beyazın o güzel uyumu. Onu böyle izlemek çok zevkliydi. Sütyenini çıkardı sonra, memeleri önümdeydi hemen ama ben gözünün içine bakıyordum, o da benimkilere. Bu şekilde daha kolay olacaktı soyunması, görüntü ne kadar hoşuma gitse de göz temasını kaçırmamalıydım. Son parçayı çıkardığında karşımda çırılçıplak duruyordu. "Kapat gözlerini şimdi" dedim. Kapattı. Ayaklarından başlayıp yukarı doğru uzunca süzdüm. Çoğu insan onu zayıf bulabilirdi ama benim için çok güzeldi, minyon tipleri severdim. Bedenini göz önünde bulundurunca ayaklarının daha güzel olmasını beklerdim, şekilsiz değildi ama çok güzel de değildi. Ayaklar da önemliydi. "Arkanı dön"dedim, döndü. İlk olarak sırtına dikildi gözlerim, bir kadının en önemli yerlerinden biriydi sırt. En çok acıyacak ve merhamet görecek yerlerinden biriydi sırt. Ve az sonra kızaracak olan kalçaları. Başlıyorduk...
"Aç gözlerini ve yaklaş bana". Yaklaştı. "Yüzükoyun kucağıma yat". Dizlerinin üzerinde kanepeye çıktı yanımdan, bana doğru döndü ve elleri üzerine destek alarak kucağıma uzandı. Nefes alışverişlerini hissedebiliyordum, normalden biraz hızlıydı. Saçlarını avucuma doladım, kendime çekerek kulağına eğildim ve "hoşgeldin" diye fısıldayarak kalçasına ilk şaplağı vurdum. Aynı anda derin bir nefes aldı hızlıca. Vurduğum yeri bir kaç saniye okşayıp bir tane daha vurdum. Saçları hala avucumda, bir tane daha. Nefes alışverişleri hızlanıyordu. Bir tane daha. Bir tane daha. Aynı aralıkta vuruyordum ama giderek sertleşiyordum. Kızarmaya başlamıştı kalçaları. Benim için sıradan ve basit bir şeydi normalde bu, başka biri olsa keyif dahi almayabilirdim ama elimin altındaki kalçaların ona ait olması bana büyük haz veriyordu. Sadece hazdı, içimdeki sadisti doyurmak için aperatif dahi değildi. Ama bunu onunla yaşamak heyecan vericiydi. Hızımı artırdım, her vuruşumda küçük küçük "ah" sesleri çıkarmaya başladı, canı yanıyordu ve bundan zevk alıyordu. "Çok mu hoşuna gidiyor?" diye sordum. Sesi titreyerek "Evet efendim" dedi. O an merak ettiğim şey ıslanıp ıslanmadığıydı ama o gün onunla cinsel ilişkiye girmeyeceğim için bunu öğrenmeye yönelik bir hareket yapmadıysam da meme uçlarını dikleşmiş görecek olmam bu konuda fikir verecekti bana. Benimle cinsel ilişki yaşamak istiyordu. En azından bedeni bu sinyali veriyordu. Ağdasını yeni yaptırmış olması da "ne olur ne olmaz" hazırlığı idi. Ama ilk gün bunu yapmak istemiyordum. Ellerini belinin üzerinde birleştirip sol elim ile saçlarını bırakıp bileklerini kavradım. Yanağı kanepeye yapıştı. Kısıtlamak zevkliydi, kısıtlı iken vurmak daha zevkliydi. Ve kısıtlama, ileri zamanlarda bambaşka bir boyuta taşınacaktı. Bir süre daha iniltiler ile birlikte kalçaları acımaya devam etti. Kalçalar için bu kadarı yeterliydi. Kısa sürmüştü ama ilk gün için bu kadarı yeterliydi. Başlangıç zordu, başlamak zordu, ileriki bir dönem olsa gitmek zorunda da kalmazdı, gitmesini istemiyordum ama gitmeliydi, bitmek zorunda da kalmazdı ama bu gecelik bu kadar ile bitmeliydi.
http://birsadistinguncesi.blogspot.com.tr/2014/02/ilk-cig-tanesi.html
Özgürlük, içinde serbest kalmayı bekliyor
Bir nefeste dikkatle okudum. Özellikle okumaktan keyif aldığım nokta bir Dominant olarak ilişki sürecinde kendi hissettiklerinizi , aklınızdan geçenleri kısıtlamadan ya da gerçekliğinden sapmadan anlatmış olmanız. Hata yaptığınızı düşündüğünüz durumları açıklıkla paylaşmanız çok güzel. Kendi içsel yolculuğunuzda yaşadıklarınızı okumak gerçekten çok keyif verici. Devam lütfen :++:
A mediocre Dominant tells, a good Dominant teaches, an excellent Dominant explains, but a True Dominant inspires!
Güzel yorumlarınız için tekrar teşekkür ederim herkese. Elimden geldiği kadar kendimi kısıtlamadan, içten ve doğal anlatmaya çalışıyorum, işe yaradığını bilmek güzel.
Her şeyi bir anda vermemek hayat felfesi aslında Masternick, bu hikayeyi anlatırken yaptığım gibi 😀 Fazla detaya girmeden sadece uygulamaları anlatsam daha kısa ama okuması daha az keyifli olurdu diye düşünüyorum.
Özgürlük, içinde serbest kalmayı bekliyor
BlodMeister aynen devam. Hiç bozma. İşin sırrı detaylarda zaten
Herşeyi bir anda vermemek hususunda seninle aynı fikirdeyim. İyiki herşeyi bir anda yaşamaması gerektiğini ve yaşayamayacağını anlayan bir köle ye rastlamışsın.
İnsanın Sevgisi Ne Kadar Büyükse Vereceği Ceza da O Kadar Büyük Olur...
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,000 Üyeler